23 Temmuz 2012 Pazartesi

3. gün: Biz bu Champ Elysees'yi hiç yürüyemeyecek miyiz?


Sabah yine kızlardan bir tık erken uyanışımı gerçekleştirip, duşumu aldım. Saat 8.30 gibi kahvaltıdaydık. Kahvaltımızı yapıp, sandviçlerimizi hazırlayıp yola koyulduk. Arc de Triomphe saat 10'da açılıyordu, dolayısıyla bizim de o vakitlerde gitmemiz yeterliydi.

Yola çıkmadan önce hostelin hemen yakınındaki markete gittik. Ve sadece 20 cente su bulduk! Hem de tam 1 litre! O kadar mutlu olduk ki neredeyse ağlayabilirdik.

9.40ta Arc de Triomphe'un önündeydik. Yine bir sürü merdiven çıktık. Gerçekten gezimiz merdivenden ibaret bir hale gelmeye başlamıştı. Tepede bir sürü bir sürü fotoğraf çekildik.

Çıkışta tabi ki yağmur bastırdı. Gezimizin bundan sonraki kısmında, yağmurun yağmadığı bir gün belki olmuştur. (Tekrar notu: YAĞMURLUK ALIN!)


Arc de Triomphe'dan sonraki durağımız Pompidou oldu. "Çıplak bina" olarak adlandırmayı tercih ettiğimiz modern sanat müzesi. Binanın kendisi de başlı başına bir eser; çünkü bütün boruları (mavi su, yeşil havalandırma, sarı elektrik) ve yürüyen merdivenleri binanın dışına yapılmış. Oldukça ilginç bir yer ama buranın da müze olarak oldukça verimsiz düzenlendiğini düşünüyorum. Yine de bir d'Orsay değildi, hakkını yemeyeyim.

Pompidou (giriş tarafı)
Pompidou (arka taraf)


Saat 13.00'te vardığımız Pompidou'de yine ayrılarak gezmeye karar verdik. Saat 14.30'da binanın önündeki alanda buluşmak üzere sözleştik.




Pompidou'nun önündeki alan, zaten Parislilerin popüler buluşma mekanlarından birisiymiş. Bir nevi Sevinç'in önüymüş, Taksim Meydanı'ymış meğer.

Pompidou'nun yan tarafındaki havuz
Ben saat 14.00'te binadan çıkarak hem yan taraftaki çeşmeyi görmeye gittim. Hem de binanın bütün çevresini dolaştım. Sonra geri gelip aynı Parisliler gibi yere oturarak yanıma aldığım sandviçlerden birini yedim. 


Pompidou'nun önündeki meydan

Orada oturduğum süre boyunca insanları gözlemledim. Ellerinde yemek poşetleriyle gelip, toplu halde oturuyorlardı. Yemeklerini bitirdikten sonra çöpleri de toplayıp gidiyorlardı. Meydanda sürekli gösteri yapan birileri vardı. Bir ara yağmur yağmasına rağmen meydan hiç boşalmadı. İnsanlar oturdukları yerde şemsiyelerini açınca ben de ortama uyum sağlamak adına şemsiyemi açtım ve Paris kitabıma biraz daha göz gezdirdim.

Sacre Coure

Saat 15.00 gibi Sacre Coure'a geçtik. Tabi ki yine merdiven çıktık. 

Yine sokak müzisyenleri ailesinden birilerini gördük. Bu sefer blues söyleyen bir abla. Sanırım Avrupa'nın bu yüzü beni en çok etkileyen şeylerden birisi oldu.

Sacre Coure'dan çıktıktan sonra Montmarte'ın sokaklarında dolaştık. Sonraki durağımızsa hediyelik eşya satan dükkanlar oldu. Sacre Coure'a çıkan yokuşun başında, bir saat sonra buluşmak üzere sözleşip ayrıldık. Saat 18.00'deki buluşmamız bir yarım saat kadar gecikti çünkü birden bastıran yağmur yüzünden üçümüz farklı dükkanlarda, ikimiz de metro istasyonunda mahsur kaldık. 

Not: Hediyelik eşya dükkanlarının sahipleri biraz asılıyorlar. Ama endişelenmenize gerek yok. "Çok güzelsiniz." "Başka bir isteğiniz var mı? Mesela telefon numaramı verebilirim?" demek dışında bir şey yapmıyorlar. Zaten Türk kızına bunlar vız gelir, tırıs gider.

Not2: Hediyelik fiyatları ufak da olsa oynuyor. Ama içinde bulunduğumuz ekonomik düzende 50 cent 1 liranın üzerinde bir değere denk geliyor. Bunu da unutmamak lazım. Mümkünse bütün sokağı gezip, en ucuzları belirleyin. Ondan sonra alışverişinizi yapın.

Sonunda metroda buluşmayı başarıp (Anvers istasyonu) Boulevard de Clichy yönüne doğru yürümeye başladık. Bulvarın sonundaki bir dükkandan 3 Euro gibi bir fiyata krep aldık. Oldukça doyurucu olduklarını söylemem gerek. Hiçbirimiz zehirlenmedik ayrıca, dilediğiniz gibi yiyebilirsiniz.

Bu yol üzerinde fark ettiğimiz şeylerden biri de, grubumuzun çok karma olmasından mıdır nedir, yanından geçtiğimiz herkesin bizi İspanyol sanması gerçeğiydi. Bütün restoranlardan bize "Hola!" diye sesleniyorlardı. Bazıları abartıp ne olduğunu anlamadığım İspanyolca cümleler bile söylediler. Küfür etmediler diye umuyorum.


Moulin Rouge
Kreplerimizi alıp bulvarın üzerindeki Moulin Rouge karşısındaki havalandırma deliğinin çevresinde yaklaşık bir saat boyunca oturduk. Tabi bol bol da fotoğraf çektik.

Saat 20.50 gibi kalkıp hostele dönmeye karar verdik. Aslında peynir ve şarap alıp Jardin de Luxemburg'da ya da Seine kıyısında (bkz. Kordon'da takılmak) oturma planımız, önce Champ Elysees'yi yürümeye, oradan da "Aman ya ben çok yorgunum, hostele dönelim mi?"ye döndü. Sonuçta hepimizin çok yorgun olduğu anlaşılmış oldu. :) Hostele de yürümeye üşenip, iki duraklık bir metro yolculuğu yaptık. Bu sırada da hostelimizin de Moulin Rouge'a bu kadar yakın olduğunu fark ettiğimiz için arkadaşlarımıza anlatırken "Moulin Rouge'a beş dakika mesafedeki bir hostelde kalıyorduk." demeye karar verdik.

Hostele girmeden önce markete gidip birer şişe su aldık. Dükkanlar 21.00'da kapandığı için adam aslında bizi içeri almayacaktı ama sonra "Be quick!" diyerek içeri girmemize izin verdi. Siz siz olun, bu Parislilerin her yeri 9-10 gibi kapattığı gerçeğini unutmayın.

Yatmadan önce hostelden internet kartı alıp Brüksel'deki hostelimize yarın akşam saatlerinde geleceğimizi bildirdim. Rezervasyon şartlarından birinde de varıştan 24 saat önce bildirilmesi gerektiği yazıyordu çünkü. Ama bana verdikleri cevapta, böyle bir şart olmadığını, online rezervasyon yaptırdığım gün gece 1'e kadar istediğim saatte gelebileceğimizi söylediler. Yine de risk almamış olduk.

Günü gününe yaşadıklarınızı yazmayı unutmayın. Zaten adı bu yüzden "günlük". :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder