10 Ağustos 2012 Cuma

11. gün: İnterrail biletimizde gün kalmamalı!

Hamburger Rathaus
8.30 gibi kalktık ve Hamburg merkeze gittik. Miniatur Wunderland'dan ertesi güne beş tane bilet alıp biraz merkezi dolaşalım dedik. Meşhur Hamburger Rathaus'a gittik biz de.

Rathaus Avlu
Ben daha önce bir kere Hamburg'ta bulunmuştum. Orada geçirdiğim 10 gün, hayatımda gerçekten eğlendiğim zamanlardan bir kısmıydı. Ama Hamburg aslında gezmek için çok da mükemmel bir şehir değil. Yine de her zaman bir şehirden zevk alabilirsiniz: Benim için Hamburg 15 yaşındaki bir kızın anne babası olmadan yurt dışına ilk kez çıkışı anlamına geliyordu mesela. O yüzden olsa gerek, bu şehrin yeri bende bir başkadır.

Her neyse önce Apple Store'da kendimizi internete kaptrıp, sonra Nivea Haus'a şöyle bir bakındık. Ki burada Nivea'nın saçma sapan bir sürü ürünü var ve hayır kremlerden bahsetmiyorum, alakasız ürünlerden bahsediyorum.

Ve interrail biletimizde kalmış bir günle ne yapmamız gerektiğini düşündük. Evet, 3 gün harcamıştık, Berlin'e gidiş için bir günü çıkardığımızda elimizde fazladan bir gün kalmıştı. Biz de yakındaki şehirlerden birine gitmeye karar verdik: Bremen.


Tabi ki Bremen'e vardığımızda öncelikle garın önünde fotoğraf çektirmek istedik. Bir ablayı gözüme kestirdim, ufak ufak yaklaşıp "Pardon bir fotoğrafımızı..." dememe kalmadan abla "Nein!" diyerek uzaklaştı benden. Epey rencide olduğumu söylemeliyim. Makineyi Başak aldı, bir
başkasına sordu ve ritüelimizi gerçekleştirmiş olduk.



Bu arada Hollanda'da sadece trenle Hamburg'a geçerken görmüştük ama Bremen'de yel değirmeni bulduk! Fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedik, tabi yağmur yağdığı için fotoğraf biraz... tövbeestağfirullah bir şey oldu.




Ah ama o nasıl yağmaktır sayın seyirciler! Bir yerde çatıları vs çekeyim derken, bir de bakmışım yağmuru çekmişim.



Bremen tıpkı Brugge gibi küçücük bir şehir. Şehrin en önemli eseri de ufacık, minicik Bremen Mızıkacıları heykeli. Onu da görüp fotoğraf çekildikten sonra şehirde yapabileceğimiz hiçbir şey kalmamıştı. Yani aslında görülecek 20 kadar hadise var ama hepsi 1 km yarıçapında bir alanda olduğundan, elinize geçen ilk haritadan kendinize bir plan yapabilirsiniz. Zaten bu görülecek şeylerin yarısı da heykel. O yüzden Bremen'e çoooooook yavaş bir yürüyüşle 4-5 saat veriyorum ben.

Bu noktadan sonra geri dönmekten başka seçeneğimiz yoktu tabi. Ama sen tut, dönmeden hemen önce girdiğin dükkanda şemsiyeni unut. Hem de bol yağış alacağı kesin olan bir bölgede... Bir de utanmadan bunu trenden indikten sonra fark et. Dedim nasılsa bir saat, gider geri alırım. Sonra kızların da haklı argümanlarıyla 3-5 liralık şemsiye için iki saat yol tepmenin mantıksız olacağına karar verdim.


Bremen'den döndükten sonraki durağımız Hamburg'un Red Light'ı olan Reeperbahn oldu.

Tahmin edebileceğiniz gibi gündüz vakti pek de bir şeye benzemiyor. Perdeleri kapalı bir cadde. Reeperbahn
üzerinde en hareketli sokak Große Freiheit (Büyük Özgürlük) sokağıymış, bu da aklınızda bulunsun.


Große Freiheit'ın hemen önü de Beatles Platz. Beatles çerçeveleri yapmışlar, herkes içine geçip poz veriyordu. Biz de eksik kalamazdık.

Not: Basçı olmayı tercih ettim, çünkü basçı kızlar çok taş oluyorlarmış. (Erkekler arasında yaptığım anketlerden çıkan sonuç bu.)


Ardından yine karnımız acıktığından Fischmarkt'a giderek ekmek arası balık yiyelim dedik. Ama nedense bulamadık balıkçıları. Neyse zaten ben daha önce yemiştim. Bu arada o sahil yolu üzerinde İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma bir U-Boot var, girmek isterseniz aklınızda bulunsun.

Sağdaki de yine aynı yol üzerinde bir ev. Üzerinde şöyle yazıyor: "Kriz kapitalizm, kapitalizm savaş demektir."

Fischmarkt'ı bulamayınca önceki akşam hostelin resepsiyonundaki çocuğun önerdiği restoranlardan birine gitmeye karar verdik: Schweinske. Ağırlıklı olarak domuz yemekleri yapan bir yer olduğu adından belli tabi (schwein: domuz) ama az sayıda domuz olmayan ürünü de vardı diye hatırlıyorum. Fiyatları oldukça öğrenci işiydi, o yüzden tercih ettik. Altona'da, kaldığımız hostele çok yakındı.

Mekanda beni tavlayan şeylerden birisi de sağda görmüş olduğunuz tavan süslemesiydi. Yemek boyunca sık sık kafamı kaldırıp baktım.

Yemekten sonra Selene ve ben hostele döndük. Selene yorgundu, benim de kalçamda nereden geldiğini bilmediğim bir ağrı vardı. Gözde, Başak ve Cansu biraz daha yürüyüp şehri keşfetmek istediler.

Hostele döndüm. Bir saat ya geçti, ya geçmedi; duştan çıktım bir de baktım kızlar da dönmüş. "Daha geç gelirsiniz sanıyordum, hayırdır?" diyince Cansu'dan şu cevabı aldım: "Öyle aheste aheste yürüyorduk. Kendimizi birden Reeperbahn'ın ortasında bulunca ilk bulduğumuz metro istasyonuna girip geri döndük." Epey güldük.

Bir süredir hatırlatmıyorum; ama günlüğümü günü gününe tutmayı da unutmadım hiç! Siz de unutmayın. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder