Sabah 7'de kalktım. Sağımdaki yatakta tanımadığım biri yatıyordu. Gün gece odadaki boş yatağa birinin geldiğini hatırladım sonra. Ama bir gariplik vardı. Küçük ayakkabılara bakarak "Kızdır." dediğim oda arkadaşımız epey kısa saçlıydı. Sonra yüzünü döndü.
Asyalıların kızının erkeğinin birbirine karışması gerçeğini orada yaşadım. Baktım Gözde uyanık. "Bu kız mı erkek mi ya?" diye sordum. Erkekmiş. Bütün gezi boyunca geyiğini yaptığımız "Ya odamıza erkek düşerse?" durumu gerçek olmuştu ve düşe düşe Çinli'nin biri düşmüştü.
![]() |
Çerçevelere sığmam, taşarım! |
Neyse, kahvaltımızı yapıp ilk durağımız olan Pergamonmuseum'a doğru yola çıktık. Daha vaktimiz var diye Fernsehturm'a yakın inip yürüyerek gitmeye karar verdik. Yol üzerinde de Poseidon heykelli bir çeşme bulduk.
Pergamonmuseum'a vardığımızda kısa bir sıra beklemek zorunda kaldık. Biz 10'da açılıyor sanıyorduk, meğer 9'da açılıyormuş müze. İçerisi de tıklım tıklım dolu, erken olmasına rağmen. Ki çıkışta daha da kötüydü, gidecekseniz erkenden gidin derim.
Bu girdiğimiz saatte |
Bu da çıktığımız saatte |
Girişte sizi bizden çaldıkları Zeus Sunağı karşılıyor. Zaten biliyorsunuz Pergamonmuseum, sırf bu tapınağın sergilenebilmesi için yapılmış. İnsanın içi sızlamıyor değil.
Bu müzede önemli bir diğer eser de Babil kapıları. Anlayacağınız adamlar Anadolu ve Mezapotamya'yı çalmış götürmüşler. İznik'ten çiniler de var, Anadolu Yahudilerinden eserler de var, İslami mihraplar da, el işi halılar da... Kocaman bir çalıntı müze.
Selene :) |
Müzeyi gezerken yine ayrılmaya karar verdik. 12.30'da eşyalarımızı bıraktığımız dolapların önünde buluşmak üzere sözleştik. (Sırt çantalarını içeri almıyorlar, dolaba bırakmak zorundasınız.) Burada sesli rehberler de bedava veriliyor. Ben kendi kulaklığımı takmak gibi bir çakallık yaptım çünkü verdikleri kulaklıklar bir süre sonra kulaklarınızı çok ağrıtıyor. Her neyse...
12.30'da çıkıp Humbolt Üniversite'sinin fakültelerinden birinin önündeki Oase adlı restoranda yemek yedik. Siparişlerden önce öğrenci kartınızı gösterirseniz %20 indirim vardı. Garsonlar sayıca az olduğu için servis suratsız ve yavaştı.
Brandenburger Tor |
Brandenburg Tor'a yürüdük. Yolda Berlin Story adındaki kitapçıya girip biraz oyalandık. Oradan sonra yollarımızı ayırdık. Başak Neue Museum'a Nefertiti'yi görmeye gitti, biz Brandenburg Tor'a doğru devam ettik. Tor'un altından geçtikten sonra önce sağ tarafta kalan Reichstag'ı görelim diye tutturdum. Tepesine çıkabilmek için randevu almamız gerekiyordu ve tahmin edin, evet bütün randevular doluydu.
"Alman halkına" |
Reichstag'da bir kaç fotoğraf çektikten sonra bu sefer tam ters yöndeki Avrupa'nın Öldürülmüş Yahudileri Anıtı'na gittik. Kocaman bir arazi üzerine dikilmiş beton bloklardan oluşuyor bu anıt.
Avrupa'nın Öldürülmüş Yahudileri Anıtı |
Anıtın altında küçük bir müzeleri mevcut. Giriş ücretsiz, epey de sıra bekliyorsunuz ama sakın girmemezlik etmeyin. O kadar etkileyici ki, kimilerinin içeride ağladığına şahit oldum.
Müzeden çıktıktan sonra Başak'la buluşma vaktini beklemeye başladık.
![]() |
Neredesin Başak? :( |
Kafama sıkar giderim! |
Başak da geldikten sonra bir sonraki durağımızın neresi olacağını konuştuk. Tiergarten'in içerisinden yürüyüp, ortada bulunan Siegesäule'ye gitmeye karar verdik.
Tiergarten da aynı Amsterdam'daki Vondelpark gibi, park adı altında bir orman. Tiergarten daha da bir orman hatta. İçeride hava sıcaklığı, dışarıya göre beş derece düşük neredeyse.
Tiergarten'a ilk girdiğimiz noktada Homoseksüeller Anıtı'nı da gördük. Daha sonra ortadan geçen ana yolu takip ederek bütün orman boyunca yürümeye devam ettik.
Siegesäule |
Son Yemek :) |
Yemeğimizi yiyip, iyice oyalandıktan sonra artık geri dönme vaktimizin geldiğine karar verdik. Bir fotoğrafımızı çektirdikten sonra yol koyulduk.
Hostele gitmeden önce yine Rus Market'e uğradık ve yine hiçbir şey almayıp hostele döndük. Bizim Çinli odada ve uyanıktı. Biraz muhabbet ettik. Son kez günlüğümüzü yazıp, son interrail uykumuza daldık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder