![]() |
Hamburger Rathaus |
![]() |
Rathaus Avlu |
Her neyse önce Apple Store'da kendimizi internete kaptrıp, sonra Nivea Haus'a şöyle bir bakındık. Ki burada Nivea'nın saçma sapan bir sürü ürünü var ve hayır kremlerden bahsetmiyorum, alakasız ürünlerden bahsediyorum.

Tabi ki Bremen'e vardığımızda öncelikle garın önünde fotoğraf çektirmek istedik. Bir ablayı gözüme kestirdim, ufak ufak yaklaşıp "Pardon bir fotoğrafımızı..." dememe kalmadan abla "Nein!" diyerek uzaklaştı benden. Epey rencide olduğumu söylemeliyim. Makineyi Başak aldı, bir
başkasına sordu ve ritüelimizi gerçekleştirmiş olduk.
başkasına sordu ve ritüelimizi gerçekleştirmiş olduk.
Bu arada Hollanda'da sadece trenle Hamburg'a geçerken görmüştük ama Bremen'de yel değirmeni bulduk! Fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedik, tabi yağmur yağdığı için fotoğraf biraz... tövbeestağfirullah bir şey oldu.
Ah ama o nasıl yağmaktır sayın seyirciler! Bir yerde çatıları vs çekeyim derken, bir de bakmışım yağmuru çekmişim.
Bremen tıpkı Brugge gibi küçücük bir şehir. Şehrin en önemli eseri de ufacık, minicik Bremen Mızıkacıları heykeli. Onu da görüp fotoğraf çekildikten sonra şehirde yapabileceğimiz hiçbir şey kalmamıştı. Yani aslında görülecek 20 kadar hadise var ama hepsi 1 km yarıçapında bir alanda olduğundan, elinize geçen ilk haritadan kendinize bir plan yapabilirsiniz. Zaten bu görülecek şeylerin yarısı da heykel. O yüzden Bremen'e çoooooook yavaş bir yürüyüşle 4-5 saat veriyorum ben.
Bu noktadan sonra geri dönmekten başka seçeneğimiz yoktu tabi. Ama sen tut, dönmeden hemen önce girdiğin dükkanda şemsiyeni unut. Hem de bol yağış alacağı kesin olan bir bölgede... Bir de utanmadan bunu trenden indikten sonra fark et. Dedim nasılsa bir saat, gider geri alırım. Sonra kızların da haklı argümanlarıyla 3-5 liralık şemsiye için iki saat yol tepmenin mantıksız olacağına karar verdim.
Bremen'den döndükten sonraki durağımız Hamburg'un Red Light'ı olan Reeperbahn oldu.
Tahmin edebileceğiniz gibi gündüz vakti pek de bir şeye benzemiyor. Perdeleri kapalı bir cadde. Reeperbahn
üzerinde en hareketli sokak Große Freiheit (Büyük Özgürlük) sokağıymış, bu da aklınızda bulunsun.
üzerinde en hareketli sokak Große Freiheit (Büyük Özgürlük) sokağıymış, bu da aklınızda bulunsun.

Große Freiheit'ın hemen önü de Beatles Platz. Beatles çerçeveleri yapmışlar, herkes içine geçip poz veriyordu. Biz de eksik kalamazdık.
Not: Basçı olmayı tercih ettim, çünkü basçı kızlar çok taş oluyorlarmış. (Erkekler arasında yaptığım anketlerden çıkan sonuç bu.)

Sağdaki de yine aynı yol üzerinde bir ev. Üzerinde şöyle yazıyor: "Kriz kapitalizm, kapitalizm savaş demektir."

Mekanda beni tavlayan şeylerden birisi de sağda görmüş olduğunuz tavan süslemesiydi. Yemek boyunca sık sık kafamı kaldırıp baktım.
Yemekten sonra Selene ve ben hostele döndük. Selene yorgundu, benim de kalçamda nereden geldiğini bilmediğim bir ağrı vardı. Gözde, Başak ve Cansu biraz daha yürüyüp şehri keşfetmek istediler.
Hostele döndüm. Bir saat ya geçti, ya geçmedi; duştan çıktım bir de baktım kızlar da dönmüş. "Daha geç gelirsiniz sanıyordum, hayırdır?" diyince Cansu'dan şu cevabı aldım: "Öyle aheste aheste yürüyorduk. Kendimizi birden Reeperbahn'ın ortasında bulunca ilk bulduğumuz metro istasyonuna girip geri döndük." Epey güldük.
Bir süredir hatırlatmıyorum; ama günlüğümü günü gününe tutmayı da unutmadım hiç! Siz de unutmayın. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder